Kayıtlar

Yeni Yazı

İyi ki İncir Reçeli Var

Resim
Yürüyüşler iyi hoş da bazı manzaralar olmadık şeyleri tetikliyor. Misal dün. Sabah erken saatte yürüyüşe çıktım yine. Kulağımda sevdiğim şarkılar, o çınar senin, bu erguvan benim gönlümü eyliyordum ki bir harap duvar dibinden fırlamış incir ağacı çarptı gözüme. Sonra gelsin konsun türlü anılar zihnime... Efendime söyleyeyim Nişantaşı'nda, Suadiye'de, Bostancı'da kaldırımlarda soya soya reçellik ham incir satan Çingeneler'i mi özlemedim -ki o zümrüt yeşillerin yanında ışıl pembe reçellik gül yaprakları da satarlar ille; yoksa Foça'ya gidişlerimizde, mevsimine denk gelmişsek Aşçı Fok'un mutlaka bir kavanoz olsun bana ikram ettiği incir reçelinin kokusunu mu düşlemedim?  Bellek hem bir mucize hem de acımasız bir kurt içimizde... Burnumun direği sızlaya sızlaya anneme dert yandım akşam. "Bir kavanoz al çarşıdan, ne olacak?" dedi. Çarşıdan, dükkandan alma incir reçeline burun kıvırmasını bilirdim de ben, ama işte gelin görün ki gurbetlik!  Bu öğleden önce b

Üç Kuru Dalın Ardından

Resim
Bir zamanlar Domates Makbulem vardı, hatırlar mısınız? Safranbolu'da henüz ilk baharımızdı. Kent meydanında dağıtılan maniye fidelerinden bir tane almıştım da saksılayıp, balkona koymuştum hani... Hani, o günün parasıyla en iyi cinsinden bir buçuk kilogram domates parası kadar harcama yapıp da kendisinden en az iki kilogram domates beklediğim Makbule... Beklentimin ağırlığına dayanamayıp, solup yiten Makbule... Avutanım çok olmuştu o zaman. "Domates yetiştirmek zordur" demiştiniz. "Bahçe toprağı ister o" demiştiniz. "Çakıl da ister arada toprak içine" demiştiniz. "Sorun sende değil, saksıda" demiştiniz. Sineye çekmiştim. Verdiğiniz cesaretten olacak, Şubat ayının son haftasının başında bir minyatür gül bakmaya niyetlendim. Evin yakınındaki çiçekçide gördüğüm sarı güller, hemen gönlümü çeldi. Ötesini berisini fazla sormadan, niyeyse genişçe bir saksı bile almadan eve getirdim güzelimi. Nasıl minnoş, nasıl sarı!  Gelin görün ki yirmi gün sonra

Gül Geç

Resim
Şimdi bu olay şöyle oluyor: Küçük bir yerleşim bölgesinde yaşıyorsanız ve güler yüzlü bir insansanız, caddede, sokaklarda çok eğleniyorsunuz. Çünkü siz gülümseyerek yürürken, karşınızdan gelen insanlar "Nereden tanıyorum ben bu hanımı? Ay çıkaramadım. Neyse dur ben de gülümseyeyim de ayıp olmasın şimdi" ruh haliyle mecburen geri gülümsüyorlar.  O tereddütlü tebessümün iç sesini kafamda canlandırmaya bayılıyorum! Tabii bu otuz dakikalık bir yürüyüşte sekiz - on kere tekrarlanınca, bir süre sonra iç sesim beni sesli güldürmeye başlıyor. Ve sesli gülmeme de gülüyorum bu sefer. Orhan Veli görse, gurur duyar! Böyle eğleniyorum kendi kendime. Kafam mis! Tavsiye ederim. Metropolde de yapılır bence. Ha nedir? "Nereden tanıyorum?" olmaz da iç sesleri "Deli herhalde, neyse ne'me lazım, gülümseyeyim de sarmasın. Deliyle baş olunmaz çünkü!" olur en fazla. Olgusal bağlamda neticeye bakmayı öğrenmişsinizdir bu yaşa kadar zahir! Aklıma ne geldi... Sanırım lise son sı

Yeni Hafta

Resim
Plan yapmadan, aklıma estiği gibi gezmeyi özlemişim.  Dün sabahın ilerleyen vaktinde, kahvaltıya simit almak için Ege'yle birlikte evden çıktık. Hava da nasıl güzel, ama nasıl güzel! "Bugün Çarşı'ya inebilirmişiz aslında" dedim. Ege "E inelim işte!" dedi. Öyle ya... Neyi planlayıp, kime haber etmek gerekiyor ki? Hava güzel. Cebimizde paramız var. Simitlerimizi alır, yürüyerek Tarihi Çarşı'ya iner, Asma Altı'nda çay eşliğinde yer, iki gezinir, döneriz dedik. Şansımıza simitlerin de fırından çıkmasına beş dakika vardı. Bir laflarken, zaman aktı ve sıcacık simitlerimizle Çarşı'ya doğru neşe içinde yürüdük. Pek iyi etmişiz. Şahane yapmışız. Yine yaparız. Akla estiği anda... Bu o kadar tanıdık bir Banu idi ki benim için ve o kadar da eski günlerde hapis kalmış, neredeyse kendini unutturmuş bir Banu. Her anı planlamaktan, yaşamı didiklemek zorunda olmaktan bıkmışım, fark etmeden. Canım ben! Ve canım Ege! İyi ki bana benzeyen huyun ve cesareti örselenme

Paris'te Bir Hafta

Resim
"Ne zaman giderim ki? Ya da gidebilir miyim? Gitme ihtimalim doğarsa, o zaman mı alsam?" gibi türlü yersiz soruyla oyalandım durdum. Oysa kaç senedir yazılmasını beklediğim, basıldığında da müthiş heyecanlandığım bir kitaptı. Sonunda "Amaaan neyse ne! Ne zamansa o zaman! Ben bu kitabı alacağım" dedim ve basılmasından tam on beş ay sonra, nihayet, Paris Rehberi sevgili Ahmet Öre'nin "Paris'te Bir Hafta" adlı öyküsel gezi rehberini aldım. (Gördüğünüz gibi sadece kitap uğurlamıyorum, kitap da karşılıyorum hala!) Her ne kadar artık Nice'te yaşayan bir İstanbul sevdalısı olsa da biz Ahmet'i on yıldan daha uzun süre aşkla yaşadığı ve bizlere de doya doya yaşattığı Paris'le özdeş sayıyoruz. Nasıl saymayalım ki? Paris'e ister ilk kez gidecek olunsun ya da tecrübeli bir turist olunsun, kıyı bucak detay detay ve güncel bilgilerle dolu 500'den fazla yazısı olan pariste.net gibi bir web sayfasını yaratması bir yana, yıllardır Paris sokakl

Kararlardan Dönülebilirlik

Resim
Seinfeld ikinci sezonunun ikinci bölümünde Kramer ve Jerry bir iddiaya tutuşurlar.  Kramer evindeki tüm eşyaları kaldırıp, onların yerine odalarda değişik yüksekliklerde kademeler inşa edeceğini söyler. Jerry ise Kramer'in bunu asla yapamayacağını düşünür. Kramer "bir ayda hallederim" derken, Jerry "Benden sana bir yıl! O kademeleri asla yapamayacaksın" der.  Bir iki gün sonra Kramer bu kademe inşa etme fikrinden vazgeçtiğini söyler. Jerry "Hah, demedim mi?! İşte ben kazandım!" dese de Kramer iddiayı kazananın Jerry olmadığı kanısındadır. Çünkü ona göre kademelerden fikir olarak vazgeçtiği için ortada iddia da kalmamıştır. Jerry ise iddianın bir tarafının da zaten onun bu değişkenliğine dayandığı konusunda ısrarcıdır. Her ne kadar mükerrem görülmek gönlümü okşasa da içimden geçenleri bir deftere yazıp, sonra da kitaba dönüştürme fikrinden vazgeçtim. İçimden geçenleri değersiz gördüğümden değil asla ya da kitap olgusunu demode bulduğumdan değil. Ancak &

Yine de SEN Bilirsin

Resim
Fotoğrafa bakınca ne hissettiniz? Çok da düşünmeyin şekerim! Ne hissettiğinizi gerçekten merak etmiyorum. Bu sadece dikkatinizi çekmek için kullandığım bir giriş cümlesi. Bu fotoğrafta gördüğüm şey bana önce öfke hissettiriyor. Ardından kırgınlık. İkisini karışımına pişmanlık denebilir mi? Belki. Fakat "pişmanlık" bana ait olan kısmı değil bu duygu demetinin.  Kasım sonunda, yani Feridun'u kaybettikten sonra, onun özel eşyalarını tasnif ederken, büyük bir kutunun içinde bu iskambil destesine rastladım. Pırıl pırıl. Işıl ışıl. Zevkli bir deste ve neredeyse hiç kullanılmamış gibi duruyor. Bu desteyi ben hayatımda ilk kez, Feridun öldükten sonra gördüm. Bir kere bile oynamadık birlikte. Ege'ye de "tek bildiği oyun" olmasıyla övündüğü King'i öğretmedi mesela. Benim ricamla, birkaç kez Ege'yle UNO oyunumuza eşlik etmiştir. Eğlenceli ilk yirmi dakikadan sonrası ise genellikle ciddiyete evrilmiştir. Bu desteyi gördüğümde göğsümden yüzüme doğru bir sıcaklık

Aniden Gelen Ferahlık

Resim
Bir süredir ne buraya yazabiliyorum ne de defterime... Ne yapıyorsun, derseniz; tam olarak hiçbir şey. Çünkü fark ettim ki bir şey olmamış gibi işlere sarılmak, o kadar da makul bir hal değilmiş. Yılların birikimi aniden çıkmaya başladı geçtiğimiz aylarda. Nefes alamaz gibi hissediyordum. Sürekli baş ağrısı, çarpıntı ve sair madilikler! Geçtiğimiz Ekim sonundan beri sosyal medya kullanımımı azaltmıştım. Sadece yazılarımı paylaşıp örneğin hemen çıkıyordum Twitter'den. (X diyemeyeceğim, pardon!) Fakat orası da öyle bir gayya kuyusu ki (kimileri Midas'ın Kuyusu diyor gerçi) lanet ettim. Sildim attım hesabımı. Haberlere de hiç bakmıyorum. Ama HİÇ bakmıyorum. Arada burada, yani Instagram'da  birkaç içi daralmış arkadaş hikayelerinde bazı durumları paylaşıyor; onlara denk gelirsem, az biraz bilgi kırıntısı kapıyorum. Bazen de annem bir iki laf ediyor gündeme dair. Hepsi bu. Ve itiraf edeyim: Zerre umursamıyorum da bu malumatsızlığımı. Çünkü aşırı iyi geldi! A-ŞI-RI. Bu boşlukta u

Georgie ile Tanışın

Resim
Sizi Georgie ile tanıştırdım mı? Bir süredir, Ege'yle benim, evimize yeni bir can katmak düşüncemiz vardı. Hatta geçen ay neredeyse bir kedi sahiplenmek üzereydim zihnen. Fakat hem kuzenimiz uyardı hem de aslında Ege'nin evde kedi tercih etmediğini öğrendim. 90'ların sonunda muhteşem bir muhabbet kuşumuz vardı. Adı Fiko'ydu. Evet, Süper Baba etkisi... Müthiş konuşkan, oyuncu, evin her yerinde bizimle gezen, çok zeki bir yaratıktı. Kaybı bizi tahmin edemeyeceğiniz kadar üzse de birlikte geçirdiğimiz zaman dilimi de paha biçilemezdi. ailemizde ve dostlar arasında hala anarız Fiko'yu. Onun anısı canlandı içimde. Ege'ye bir kuşa bakmak isteyip istemeyeceğini sordum. Fikir hoşuna gitti. Hatta çok heyecanlandı. Ve işte sonunda 3 Şubat'ta Georgie aramıza katıldı. Bir iki farklı isimden sonra, Gerogie'de karar kıldık. (Evet, fondan fark etmiş olmalısınız! Bu aralar Seinfeld Maratonu'ndayız.) Yumurtadan çıkalı 36 gün olmuş. Yuvasından ayrılaı ise 8 gün. Kafes

Flawless

Resim
Tamam; Robert De Niro şüphesiz ilk aşkım. Ta çocukluktan... Ve fakat Philip Seymour Hoffman, Flawless'te canlandırdığı Rusty ile kalbimde bambaşka bir yere oturmuştur. Muhteşem bir oyunculuk. Tadı damağımda kalan filmlerdendir.  Philip Seymour Hoffman aramızdan ayrılmaya karar vereli tam on yıl olmuş. Robin Williams'ın tercihli finali kadar derin etki etmiştir bana, Hoffman'ın kaçışı da... Varsa bir başka alem ya da her ne ise sonrası, umarım aradıkları huzuru bulmuş olsunlar. Tuhaf hislerin anası bu iş... Neyse... Hasılı, izlemediyseniz Flawless'i, izleyin bu arada şekerim! Ben de Pazartesi biraz normale dönerim sanırım. Hadi bugün de böyle... 

Azıcık Akıl Olsa

Resim
Zaman su misali akıp gitti. Dün eve döndük.  Uzunca süre evde olmayacağımız için buzdolabını boşaltıp, çıkmıştık. Döner dönmez ufak bir alışveriş gerekti. O esnada fark ettim. Şu canımın içi Yakima IPA 55₺'den 75₺'ye fırlamış. Buna resmen fırlamak denebilir, değil mi? Yani neler neler fırlamadı, ama bari bunlar fırlamasaydı. Bizden iyi olmasın, bizceleyin depresif ülkelerde bu işler böyle mi? Şu çok ve tek bilenlerin azıcık aklı olsa, alkolü sudan ucuza satardı. Bak bakalım o zaman size hiç salça oluyor muyuz? "Amaaan bize ne?!" deyip geçmiyor muyuz?! Onu da bir denesenize. Bence bir düşünün... Hadi bu akşam da böyle... (Not: Bu fotoğraftaki şişe tabii ki geçmiş günlerden... Misssler gibi çam koksa da 30cl biraya 75₺ verecek kadar delirmedim. Henüz.)

Yedikçe Acıkanlar

Resim
Yiyen yedi, yiyen yedi Bitmedi, tükenmedi. Hurmalar, ayvalar, elmalar!  Aşk Olsun, Devekuşu Kabare Fotoğraf 19 Aralık 2013'ten... Beyazıt Kulesi'ne çıktığımız, hoş bir günden... Hadi bugün de böyle...

29 Ocak 2024'e Dair

Resim
2011'in 29 Ocak'ıydı. Çok yakın dostlarımız vardı odada, annemlerden başka. Yanımdaki mini yatakta mini mini Ege. Feridun, koca bir gülümsemeyle başımızda duruyordu ayakta. "Hayatım, alsana kucağına?" dedim. Güldü. Çekinmiş, incitmekten korkmuş. Sonra Ege'yi aldı kucağına hemen, gülerek.  Ertesi gün yakın dostlarımızdan @ufuk_mumay ve @gulmumay ziyaretimize geldi. O çok sevdiğim ve on iki sefer daha tekrarını çektiğim, bildiğiniz ve sevdiğiniz pozu ilk yakalayan Ufuk olmuştu. 2023'ün 29 Ocak'ında o fotoğrafı son kez çektiğimiz aklımızın ucundan geçmezdi elbet. Tesellimiz; biz her günümüzü, en kötü günümüz de olsa, coşkuyla yaşadık birlikte. Geriye bakmadan. Geride kalanlara sürekli kafayı takıp da gönlümüzü yormadan. Ne iyi etmişiz! Dün Ege 13 oldu. Ecnebicesine bakarsak tam "teenager" artık. Geçtiğimiz yıl bu yaşı iple çekiyordu. Dün ise "pek heyecan hissetmiyorum" dedi. Duyguları çok dalgalandı tabii son iki ayda. Keşke başka türlü ol

Geçer

Resim
Bu dünyadan Neyzen geçti... 71 yıl önce... Boynunda "Hiç"iyle... "Ne şeriat, ne tarikat, ne hakikat, ne türe, Süremez hükmünü bunlar yaşadıkça bu küre Cahilin korku kokan defterini Tanrı düre! Ma'rifet mahkemesinde verilen hükme göre, Cennet iflas eder, efsane-i Adem de geçer." Neyzen Tevfik Yorgunum. Bugün de böyle... Ah ama sahi! Cem Yılmaz nasıl da Neyzen'in gençliğini andırıyor, değil mi?

Güle Güle Dede

Resim
Dışının boşluk olşu şüpheli olan, milyarlarca galaksiden oluşan evrenin bir galaksisindeki bir güneş sisteminin tek gezegenindeki iki kıtanın ortasındaki bir ülkenin bir bölgesindeki bir şehrin küçük bir ilçesindeki bir mahallenin kısa bir sokağında kök salmış sıradan bir ağacın gövdesinde kendine yaşam alanı yaratmış bir mikrokozmos daha... Onun derinliğine inmeye cesaretin var mı? Yaklaşık iki saat önce, dedem sonsuzuykusuna yattı. Tanrım günahlarını affetsin, ruhuna huzur versin dilerim. İnsanın günbegün yaşamdan sıyrılmasını onunla gördüm. Nefesi son kez verebilmenin dahi şükür vesilesi olabileceğini... Sağlık ve huzur tek büyük hazine. Sahipsek, fark etmeliyiz... Bugün de maalesef böyle... İyi bakın kendinize, sevdiklerinize ve içinizdeki sevgiye...

Açlığın Suretleri

Resim
"...çocukların suratları yüzlerce yıl öncesinden kalma gibiydi, sesleri son derece ciddiydi ve bu yaşlı suratlarda saban izi gibi devam eden her bir çizgide görünen tek bir şey vardı: Açlık.  Açlık dört bir yanda hüküm sürüyordu.  Açlık, yüksek evlerin dışındaki iplere ya da direklere asılmış içler acısı kıyafetlerdeydi; Açlık, bu kıyafetlerin kağıttan, samandan, paçavradan ve tahtadan yamalarındaydı; Açlık, adamın testereyle kestiği her ufacık odun parçasında kendini tekrarlıyordu; Açlık, tütmeyen bacalardan aşağıdakileri seyrediyordu; Açlık, çöplerinde zerre kadar yiyecek bulunmayan, leş gibi sokaklarda şaha kalkmış dev gibi dikiliyordu.  Açlık, fırıncının raflarındaki tek tük bayat ekmeğin üzerine kazılı olan kelimeydi; Açlık, sosis dükkânlarında satılan, ölü köpek etinden yapılmış yiyeceklerdeydi." - İki Şehrin Hikayesi, Charles Dickens Bugün de böyle... Resim: Les vainqueurs de la Bastille devant l'Hôtel de Ville, Paul Delaroche, 1831-1839

Sade Sofralar

Resim
Basit sofraları sever misiniz? Yoksa "donat ne varsa" mı tarzınız? Kitaplığım yeni sadeleşmeye başladı, ama sofram uzun yıllardır sadeden yana. Hele mevzu rakılıysa... İki köfte, bir dilim peynir, az turşu, biter gider. Ama rakıda ölçümü sormayın. Burada söylemeyeyim. Bu şimdi nereden çıktı? Öyle. Özledim sade sofrada muhabbeti. Hepsi bu.  Gerçi bu fotoğraftaki, etrafında muhabbet dönen bir sofra değildi. Kendi başımaydım. Herhalde oluyor bir on sene... Hadi bu gece de böyle...

Nasıl Da Geçiyor Zaman

Resim
Ege'nin doğum günü yaklaştıkça, arşivdeki fotoğraflar daha sık çağırıyor beni. Nasıl da geçiyor zaman? Nasıl da büyüyor insan yavrusu? Ve nasıl da büyütüyor insanı? Neyse... Bugün de böyle...

Anda Kalamayan Çınar

Resim
Aramızda aklı sonbaharda kalan çınarlar var. Bugün de böyle...

Benzetmek Bizim İşimiz

Resim
Dünkü yirmi beş yaş muhabbetimizde, kitap baktığım fotoğraftaki halimi Ege'ye benzetmişti @sedenerdi. Dedim, sen dur! Eski tanıdıklar ve dostlar bu ikili fotoğrafı çok iyi bilir.  Solda küçük teyzemin kucağında ben, sağda Aşçı Fokcuğumuz Nurdan Tezgin'in eşi Turgay'ın kucağında Ege. Neymiş? Benzetmek, bizim işimiz! Since 2011💪🏻 Haydi bugün de böyle...