Üç Kuru Dalın Ardından


Bir zamanlar Domates Makbulem vardı, hatırlar mısınız?

Safranbolu'da henüz ilk baharımızdı. Kent meydanında dağıtılan maniye fidelerinden bir tane almıştım da saksılayıp, balkona koymuştum hani... Hani, o günün parasıyla en iyi cinsinden bir buçuk kilogram domates parası kadar harcama yapıp da kendisinden en az iki kilogram domates beklediğim Makbule... Beklentimin ağırlığına dayanamayıp, solup yiten Makbule...

Avutanım çok olmuştu o zaman. "Domates yetiştirmek zordur" demiştiniz. "Bahçe toprağı ister o" demiştiniz. "Çakıl da ister arada toprak içine" demiştiniz. "Sorun sende değil, saksıda" demiştiniz. Sineye çekmiştim.

Verdiğiniz cesaretten olacak, Şubat ayının son haftasının başında bir minyatür gül bakmaya niyetlendim. Evin yakınındaki çiçekçide gördüğüm sarı güller, hemen gönlümü çeldi. Ötesini berisini fazla sormadan, niyeyse genişçe bir saksı bile almadan eve getirdim güzelimi. Nasıl minnoş, nasıl sarı! 

Gelin görün ki yirmi gün sonra o gülden eser kalmadı. Çiçekleri hızla soldu. Hadi onu kabullendim. Soldukça kesip ayıkladım onları hatta. Fakat yaprakları da müthiş bir hızla sararıp döküldü. Aman şurası çürüdü, kökü yormasın; dur şurası sarardı, keseyim derken, kırpa kırpa üç çırpı dal kaldı benim gülden geriye.

Pek öfkelendimdi elimde o üç dalın kaldığı gün. Güle mi, kendime mi? Kendime zahir... Saksıyı tuttuğum gibi balkonda masanın üstüne bırakıp, ardıma bakmadan kapıyı kapattımdı.

Bu hazin olayın şahidi minik Georgie'mizi ise maalesef dün sonsuzluğa uğurladık. Evin neşesi olmuştu oysa kısa sürede ve sakına titreye besliyorduk onu. Bir süre önce kocaman bir papağan kafesi almıştım hatta ona. Dışarıda olmadığı vakitler, tüneğinde dilediği gibi kanatlarını çırpabilsin istemiştim. Kuşçu ve bir müşterisi pek garipsemişti minicik kuşa dev bir yuva alışımı. Georgie'nin o koca kafeste nasıl da mutlu dönendiğini, salıncağındaki keyfini görseler, kuş canına konfor layık görmeyişlerinden utanırlar mıydı?

"Doğa ne acımasız!" dedi Ege dün Georgie'nin defin töreni sonrasında. Ah sahi, demedim. Georgie'yi Akçasu Deresi'nin kıyıcığına emanet ettik. "Egeciğim" dedim, "doğada acımasızlık yok, sadece insan bilinci durumları duygularla eşleştiriyor. Yoksa canlılar zalimlik olsun diye ölüp, yemiyor birbirini". "Tamam", dedi, "madem evrim geçirmişiz, duygumuz var; o zaman acımasız diyebilirim işte doğaya". O da haklı...

Dün yaşadığımız üzüntü epey etkiledi ikimizi de. Fakat işte demiyorlar mı "sabah ola, hayrola" diye?! Ege'yi okula uğurlamak için balkona çıkmıştım ki ne göreyim? Benim öfkelenip, balkona bıraktığım üç kuru gül dalının dibinden incecik yeşil filizler çıkmış! Geçen hafta annem bizdeydi. Kurtulur umuduyla kırptığım dallara bakıp, "sen yine de biraz su var şuna, canlanır belki" demişti. Zaten sulaya sulaya çürüttüğümü tahmin ediyordum, ama o sürede yeterince kurumuş ki toprağı, şimdi şu incecik yeşil filizleri vermiş. Nasıl sevindim!

Sabah ritüelimi tamamladıktan sonra yürüyüşe çıkacaktım. Dönüşte eski Rum mahallesi Kıranköy'deki çiçekçiye uğrayayım dedim. Güle saksı ve toprak alacaktım. Aman ne güzel de şenelmiş çiçekçiler! Pembeler, sarılar, morlar, allar... Onca cümbüşün içinde bir minik sukulent çarptı ilkin gözüme. Ardından da mis gibi baharatlı kokusu ve ebruli taç yapraklarıyla enfes bir karanfil göz kırptı bana.

Üç kuru gül dalının kenarından filizlenen incecik yeşil yaprakların bana verdiği güç ve yetkiye dayanarak sukulent ve karanfili hanemize dahil ettim. Miniğin adını Suki koydum. Karanfilim ise... Hani kayıpların ardından "bu kez yaşasın" niyazıyla Yaşar, Dursun, Songül gibi isimler verilir ya bebeklere? Benim karanfile de solmasın, uzun yaşasın, gönlümüzü okşasın diye Şenel adını verdim ben de.

Umarım Suki ile Şenel'i yaşatmayı başarabilirim bu kez. 

Gülümden ise ümidim baki. Mini mini filizleriyle kafa tuttu ya bana, daha ne olsun?!

Hadi bugün de böyle...

Ah! Durun! 

Sahi...

Gülün adı ne olsun?







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Merhaba

Eli Penseli Kız Kardeşlerim

Yara ve Işık