Kayıtlar

Aralık, 2023 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Gel Bakalım 2024... Aman Yavaş Gel!

Resim
İstanbul'daki son yeni yıl kutlamamızda "İyi kötü, zorlu bir yıl geride kalıyor. Kalsın. Gelene de gidene de söz yok... Sağız, bir aradayız, yalnızsak da ayaktayız. Ne içimizi ne ensemizi karartırız. Gidenlere uğurlar, kalanlara esenlikler ola..." demiştim. İlk kez bu yıl bir gidenimiz var küçük hanemizde. Şüphesiz derin bir kayıp hissi. Türlü muhasebenin, öfke ve neşenin kuytulardan fırlayıp, ara ara bizi sıçrattığı bir dönem.  Geçecek, biliyoruz. Her şey geçer. Ne dem baki, denmiş, ne gam baki... Değiştiremeyeceğimiz kaskatı şeyleri, örneğin geçmişi düşünüp sürekli, kendimizi es geçmemeye başlayacağımız bir yıl olsun dilerim, hepimiz için. Daha çok üzgün görünmekle daha iyi olmayacağımızın idrakına varalım. Kendimiz için. İşte bir sene daha gitti gider; yine yeni şeyler yapma, söyleme zamanı.   Hep yenilenmeli...  Değerleri cepte tutup, güzel şeylerden söz etmeli...  Sahipsiz ağaçlara, çocuklara, hayvanlara sarılacağımız, birbirimize kol kanat gereceğimiz, sonuna kadar

Hafifleten Niyetler

Resim
Bugün içimden geldi... Ege için küçücük, sürpriz bir yılbaşı hediyesi sipariş etmiştim. Fakat biraz geç bir tarih olduğu için 1 Ocak ertesine ancak teslim edilir sanıyordum. Oysa sabah gelen bildirime göre paket bugün bize teslim edilebilecekmiş. Yeni yıl öncesi tüm bu paket alışverişlerinin ticarette ve nakliyede yarattığı müthiş trafiği düşündüm bir an. Ve de emekleriyle hayatlarını kazanan insanların büyük çoğunluğun tatil, dinlence ve eğlenceye odaklandığı bir dönemdeki çabasını düşündüm. Ortak yaşamı sürebilmek adına, hepimiz bir işin ucundan tutuyoruz. ("Hepimiz" nezaketen kullandığım bir sözcük olabilir.) Hal böyleyken, dün ne demiştim? Birbirimizin akışını bir nebze hafifletmek, bir gülümsemeyle, gülümsetmeyle mümkün. Bugün bize paketimizi teslim edecek kargo firması çalışanına ufacık bir kavanoz fındıklı kurabiyemizden armağan edeceğim. Bu kurabiyenin fındığı ta Ordu'dan yola çıktı, Ankara'daki kuzenimiz Işıl'ın yuvasına kondu. Onun ince kalbinden bir pak

İnsaflı "Isbanak"

Resim
Eski Foça'nın Kutsal Salı'sını bilir misiniz? Aşçı Fok, Nurdan Ç. Tezgin, Foça'nın Salı pazarına "Kutsal Salı" der. Pek de yakışır bu tanım Foça pazarına... Eski Safranbolu'nun pazarı Cumartesi günleri kurulurmuş. Cumartesileri tarihi merkezde hala ufacık bir pazar kuruluyor tabii, ancak eskinin görkemine yanaşması mümkün değil. Modern merkezin pazarı ise perşembeleri kuruluyor. Ne yalan diyeyim, Safranbolu'nun köylü pazarı pek coşku vermez ruha. Tezgahlar gezicilere mesafelidir. Yumuşak ifadeli yüzlere rastlamak güçtür. Belki iklimden...  Buraya ilk taşındığımızda İstanbul'dan ve Foça'dan alışkanlıkla sabah erkenden gitmiştim pazara. Tezgahların yarısı gelmemiş, gelenlerin çoğu da mallarını dizmemişti henüz. Şaşırmıştım. Mevsimlerden yazdı o zaman. Kışa girdiğimizde sabah soğuğunu idrak edince, insanların uzun süren kış boyunca günlük işleri yapmak için sabahın hiç değilse 10'u olmasını beklemesinin yaza da yansıyan bir alışkanlık olduğunu far

Öksüz Meyveler ve Tutsak Duygulara Dair

Resim
Yan gözle de olsa öyle asık bir yüzle izliyordu ki beni, işim bittiğinde "Bir sorun  mu var?" demeden geçemedim. Sesimi duymasıyla belli belirsiz irkilip, kendini toparlaması bir oldu. "Yok yok... Neyin fotoğrafını çekiyorsunuz öyle diye baktım" dedi. Kimsesiz narların ve bademlerin kalbimi nasıl kırdığını, yeryüzünde birilerinin onları da önemsediğinin, güzel bulduğunun bilinmesini istediğimi, bu yüzden de sadece narların ve bademlerin değil, öksüz kalmış tüm meyvelerin fotoğrafını çektiğimi size uzun uzun anlatabilmeyi ben de isterdim canım kadın.  Öte yandan niye yoralım birbirimizi? Kim bilir hangi kaygılarla ya da maruz kaldığı ön yargılarla yüzü asılmış ki aslında içindeki duygusu merakken, yüzüne yansıyan ifade "garipseme" ve hatta neredeyse "yargılama". Duygularımızı tanımlayamaz, onları tanıyamaz hale getiriliyoruz sanırım. Belki bu baskıyı kırmak için, denetlemesi daha kolay bir ifade takınmak gerekiyor, herkese rağmen: Hafif bir gülüms

Suskun ve Yalnız Antrikot

Resim
Olabilecek en az özelliklere ihtiyaç duyulan bir iş gücünün maddi karşılığı olan asgari ücretin on yedi bin iki Türk Lirası olduğu (17.002₺) ve kulağımıza hala dev gelen bu para tutarı ile büyük şehirlerin çoğunda barınma bedelinin ödenebilirliğinin şüpheli olduğu, cenneti ve cehennemi iç içe güzel ülkemizde ben de eskisi gibi gönüllere şenlik yemek yazıları yazabilmeyi arzu ederdim; fakat artık yemeğe dair yazacağım her şey "halkı düşmanlığa teşvik" diye yaftalanabileceği için, onun yerine halkı açlığa mahkum edenleri alkışlayanları izlemeye devam ediyorum sadece... Evet...  Köpükten kasap tabağında tek başına yatan sen , bir dilim antrikot (41,59₺)... Biliyorum; gök yüzünde yalnız gezen yıldızlar kadar yalnızsın. Hepimiz yalnızız. Toplum olduğumuzu idrak edene değin, yalnızız...

Takdir Etmek

Resim
Sabah 7.30'da cırıl cırıl öten kuşlar ve muhteşem bir dolunayla karşılaştım. (Cıvıl cıvıl değildi. Takdir edersiniz ki o karanlıkta ne cıvıltısı?) Ege de o saatte kalkıyor. Okul 9'da başlıyor; ama okyanus ötesi arkadaşlarıyla sabah sohbeti izni var. Saat farkı bariyerini böyle aşıyoruz. O okula gittikten sonra, ben de çeşitli işler yapıyorum. Okumak, yazmak, dinlemek gibi... İyi geliyor. Epeydir masa başında okumuyordum. Kanepede, koltukta okumak rahat olsa da bedeni disipline sokmadan okumak tatmin edici gelmiyor bazen. Beyin, dik bir omurganın üstündeyken daha aktif sanırım. Neyse... Bu sabah Instagram sörfü sırasında bazı eğlenceli ve hoş şeylere rastladım. Yeniyıl nedeniyle sekiz yüz on iki bin beş yüz üç iki milyor reklam görmüş olabiliriz. Daha da göreceğimiz var. Fakat açıkçası şikayetçi değilim. Çünkü çok ilginç hikayelere, tanımaya değer insanlara rastlayabiliyorsunuz. Rastladığım iki hesabı hikayeler kısmında paylaştım hatta bu sabah da... "İşbirliği" falan

Bilgelik ve Ahmaklık Arasında İnsanlık

Resim
  "Gelmiş geçmiş en iyi günlerdi, gelmiş geçmiş en kötü günlerdi; hem bilgelik çağıydı hem ahmaklık; hem inancın devriydi hem şüpheciliğin; hem Aydınlık hem Karanlık bir mevsimdi; umudun baharı, umutsuzluğun kışıydı; hem her şeyimiz vardı hem hiçbir şeyimiz yoktu; hepimiz ya doğruca Cennete gidecektik ya da tam aksi istikamete -özetle; şu an içinde bulunduğumuz döneme öyle benzer bir dönemdi ki dönemin, sesi en çok çıkan otoriteleri bu günler hakkında -olumlu anlamda da olumsuz anlamda da- ancak ve ancak "en" sözcüğünü kullanarak konuşulabileceğini iddia ediyorlardı."  Charles Dickens, 1859'da yayımlanan ve Fransız Devrimi dönemi Londra ve Paris'inde geçen önemli eseri İki Şehrin Hikayesi'nde böyle başlıyor söze. "...şu an içinde bulunduğumuz döneme öyle benzer bir dönemdi ki..." İnsanlığın uygarlık tarihi hakkında fikir veren en çarpıcı bir "ilk paragraf" olabilir bu belki de... Başka bir ihtimalin kuyruğundan yakalayabilecek miyiz b

Kıyas Bir Derin Tuzak

Resim
Buda'nın Kalbi'nde, son bir haftadır okuduğum ikinci "zamanın ruhunu ortaya koyan" söz: "Hayatın neye benzemesi gerektiğine dair düşünceleri bir kenara bıraktığımızda, hayatımızın olduğu haline içtenlikle evet diyebiliriz." Kıyas, derin bir tuzak. Ve özellikle son on yıldır aslında var olmayan şeylerin imajlarına maruz kalıp, aslında var olmayan şeylerle kıyaslayıp duruyoruz kendimizi, çevremizi. Derin bir tuzak bu kıyas. Düşmemek gerek... Tabii bunlar hep kendisinden başka derdi olmayan bizceleyinlerin mevzuları. Hayatına içtenlikle evet demeyi anlatabilir miyim, misal hala konteynerden bozma evlerde yaşayanlara? Ya da sınırın ötesinde yavrusunun yanan canı kendi ömrünce yüreğine dert olacaklara? Hayır. Mümkün değil. Gerçek de değil. Lakin herkes kendi bacağının mağduru bu hayatta. Haliyle asılı durduğumuz ağaca göre konuşuyoruz.  Elden gelen bazı şeyler var; ama yetemeyeceğimiz çok şey var. Zihinde bu gerçekliği de kabul etmek, dengelemek gerekiyor. Belki

Kar Yağdı

Resim
Dün sabahtan beri bir yandan lodos fırtınası bir yandan şiddetli yağmur var(dı).  Bugün kahvaltıdan sonra Ege'yle matematik çalışıyorduk.  Bir an gözüm pencereye takıldı.  Ne göreyim?  Kar. Keltepe, Sarıçiçek derken sonunda bu öğle Safranbolu şehri de beyazlandı işte. Safranbolu'ya taşındığımız sene, ilk kışımızda gözüm korkmuştu. Aralık ayının başında düşen kar haftalarca kalkmak bilmediği gibi iki fasıl daha yağıp, bezdirmişti beni. Fakat Ege çok sever. Hemen çalışmaya ara verdik. Giyinip kuşanıp, karda yürümeye çıktık. Rüzgar dinmiş. Hava taze kokuyor. Kardan pek hoşlanmasam da havanın diriltici etkisi iyi geldi.  Eve dönünce, içimiz ısınsın diye ona çay kendime kahve yapacaktım. Ama Ege "anne, bana da Türk kahvesi yapar mısın? Birlikte içeriz" dedi. Kahvenin ana vatanı neresi olduğundan başlayıp, Brezilya ve Kolombiya'nın kahve tarımında nasıl ön plana geçtiği üzerine sohbet ettik, birer sade kahve eşliğinde. Nasıl da büyüyor insan yavrusu...  Haydi bakalım.  

Zamanın Debisine Dair

Resim
Çocukken, misal on - on iki yaşlarımdayken, yetişkinlerin hepsi yaşlı gelirdi gözüme.  Çoğumuzun gerçeğidir ya bu. Çocuklukta zaman balçık içinde yüzer gibidir. Hayatın başından söz açarken balçık benzetmesi hoş olmadı belki. Kastım, zamanın debisi. Çocuk gözünde tüm yetişkinler yaşlı. Zamansa akmak bilmeyen bir varlık. Gelecek, nadiren akla gelse de hep çok uzak. Ne zaman büyüyeceğiz? Ne zaman üniversiteye gideceğiz? Ne zaman ve nasıl atılacağız bir mesleğe? Sizi bilmem; evlilik faslı ise hiç aklıma gelmeyen bölümdü. Hiç, ama hiç. Evlenmeyi de düşünmezdim, örneğin ilk yetişkinliğimde. Hatta bir insanın ömrünün en büyük kısmını tek bir başka insanla geçirmesi olgusunu oldukça tuhaf bulurdum. Bu sabah pencereden bakarken, Feridun'la birlikteliğimizin ilk zamanları geldi aklıma. Bir düş, bir tını, kokusunu, rengini "görebildiğim" bir an. Taksim Meydanı'ndan Şişli'ye doğru yürüyoruz sanki. Elmadağ'dayız. O kadar... O an. Omzuma dokunup geçti bir an. Seneye Kasım

Kitap Bahtı Varsa En Parlağı Benim

Resim
Çocukluğumdan beri kitap bahtım açıktır. Öncelikle tüm öğrencilik hayatım boyunca dilediğim kitabı satın alabilecek param hep oldu. Şanslı bir öğrenciydim. Hiç çalışmak zorunda olmadan, çok kaynaklı harçlıkla, şahane yıllar geçirdim. Bir diğer yön ise hediye seçilmesi en kolay insanlardan biri oldum. Kitap, çay ya da şarap almak kafi Banu'ya. Çok yakınlarım bilir bunu. Sonra yaşam bana okumayı seven, yazı çizinin içinde insanlardan kurulu bir çember bahşetti. Çoğusu hep benden daha çok okuyan ya da okumak istediklerimi çoktan okumuş insanlar. Onlardan da bana ya harika tavsiyeler geldi ya da harika kitaplar. Hatta çoğu kez aklımdan geçen, "dur bir dahaki sefere de şunu alayım" dediğim kitaplar, bir baktım bir pakette ulaşmış bana armağan olarak ya da sorulmuş "bir istediğin var mı" diye. Çok şanslıyım yani oldum olası, kitap dünyasında. Hafta ortasında da Foça'dan dostlarımız sevgili Torunlar'dan, Ege'yle bana yeni yıl hediyesi kitap gönderdikleri ha

Zihin Karakolları

Resim
Gözden uzak kalmak bir tercih olabilir. Fark edilmeden yaşamak. Çınlayan bir sesle, gümbür gümbür var olmak da mümkün. Umulmadık anda, vakitsiz ve beklenmedik olanı yapmak da... Özgürlüğü kavramak, kabul etmek ve kucaklamakla ilgili bunlar bir parça. Yılmaz Amcam, "hayatta istediğinizi yapın özgürce, bedelini kendiniz ödemek kaydıyla" derdi. Özgürlükten bizi alıkoyan o bedel... Çıkacak faturanın korkusu, kendimizi kendimize bırakmamıza mani oluyor. Çünkü sonuçlardan başkalarını sorumlu tutmak, sızlanmak, mağduriyet iddiası, özgürlüğün engin ve dalgalı, derin denizi karşısında korunaklı bir kuytu. Buda'nın Kalbi'nde "Hapishanemizi algıladığımızda potansiyelimizi de fark ediyoruz" önermesini okudum hafta başında. Çoğu zaman hapishanemiz, zihnimiz. "Önce zihnimizdeki karakolları yıkmalıyız" derdi Yılmaz Amcam... Bu ara yine sık anıyorum onu. Civcivli nezaretiyle, daracık, labirent koridorlu karakollar zihinlerimiz. En çok da kendimizi göz altına alıyo

Yara ve Işık

Resim
"Aldığın yara, ışığın sana akacağı yerdir."  Bu hafta okumaya başladığım kitapta geçiyor bu söz.  Mevlana'nın sözüymüş.  "Yara, ışığın içine sızdığı yerdir" demişler kitaptaki çeviride. Doğu dilinden Batı diline çeviriden tekrar Doğu diline çeviride dönüşüm olağan. Yine de hani Ruiz "Dört Anlaşma"da diyordu ya "Kullandığınız sözcükleri özenle seçin; söz büyüdür" diye...  Öyle bakınca, ilk yazdığım halini daha çok sevdim ben. "Aldığın yara, ışığın sana akacağı yerdir." Amenna.

Kırk Yıllarca

Resim
İnsani ilkeleri ayrı tutarım; ancak düşünceler ve yaklaşımlar konusunda esneğimdir. Hayat, yaşattığı tecrübelerle tüm bildiklerimizi, farz ettiklerimizi yerle bir edebilir zira ya da usul usul değiştirebilir. İş eşyaya gelince bir şey beni terk etmeden, ben onu kolay kolay terk edemem. Giydiğim montum, paltom en az on beş yıllıktır örneğin. Sağlamsa, temizse kullanmaya devam ederim. (Gerçi şal yaka gri hırkamla vedalaşmam, o tüylenip de yün yeniği olana kadar mümkün olmadı.) Geçenlerde tek başına kahve pişirip de içmenin mümkün olup olmadığından bahsetmiştim hani... Türk kahvesini tek başına içmek işin sarsıcı yanı değil; ama on dört senedir o fincan hep eşiyle indi raftan. Elime her aldığımda, Feridun'un kaybı da bir imge olarak fincanın kulpuna asılıyor. Şeylerle insanlar özdeşleşebiliyor şüphesiz. Bir insan yok olmuş varlığıyla zaten kalbinizde derin bir oyuğa yerleşmişken, cisimle o yokluk düşüncesinin sürekli tetiklenmesi huzursuz ediciymiş. Buna da alışırım derken, bugün bir

Kimliği Belirsiz Kanat Sesleri

Resim
Cumartesi günü Feridun'u ziyarete gittiğimizi söylemiştim. Dönüşte, mezarlığın dinginliğinde, baştankaraların ötüşü arasında, Ege'yle dikkatimizi çeken bir ses oldu: kuvvetli kanat çırpma sesi.  Güvercin, kumru gibi kuşların ani havalanmaları dışında, böylesi kanat sesi hiç duymamıştım. İkimiz de hemen başımızı göğe kaldırdık. Tam tepemizde, bu iki iri, gerçekten iri kuş uçuyordu. Eş hareketlerle. Eş hızda. Düzensiz ama dairesel hareketlerle. Nadiren ötüyorlardı. Ötüşlerini tarif edemem. Mutlaka benzermek gerekirse, faranjitten sesi kısılmış karga gibi... Kendileri de kargayı andırıyordu; fakat karga bu iki kuşun yanında serçe kadar kalır. Sahi, kimdirler; adı sanı nedir bu kuşların? #HangiTür

Eli Penseli Kız Kardeşlerim

Resim
Bugün öğleden sonra Köyiçi'ne doğru kuş üvezi (rowan) avına çıktım.  Kaçamayan bir canlının toplanmasına da av denir mi?  Mantar avı oluyorsa, kuş üvezi avı niye olmasın? İkisi de pek kaçamıyor. Ve bugün öğrendiğim üzere yılın bu zamanında artık turuncu kırmızı tohumları yok denecek kadar azalmış kuş üvezini tespit etmek de en az çam iğneleri altında gizlenmiş mantarları bulmak kadar zor. Evet. Ben bugün öğleden sonra, alet çantasından karga burnu penseyi kapıp çantama attığım gibi, Köyiçi'ne doğru kuş üvezi avına çıktım. Ve maalesef ondan yana elim boş döndüm. Gel gelelim -eski tanıyanlarım bilirler- doğada pazartesi olmayabilir, ama yeni yıl ruhu kesinlikle var. Bir bahçe duvarından dışarı sarkmış, köknara tutunmuş bir sarmaşıktan iki çeyrek dal kırptım. Çeyreğin on sekizde biri kadar ikişer dal da yol kenarında kimsesiz duran, Amerikan fındığı diye bilinen Corylus americana'dan kıtlattım. Bir de kasaba protokolünde fotoğraf verme meraklısı ünsüzler gibi her çalılıkta kar

Merhaba

Resim
Meşguliyet, kölecilik sonrası dönemin ışıltılı sözcüklerinden biri. Öyle de bir tınısı var ki insana kendini böbürlenecek denli önemli hissettiriyor. - Yürüyüşe çıkalım mı? - Meşgulüm canım. Çalışmanın erdem oluşu modern toplumun normu. Başka bir pencereden bakmaya çalıştığım şu günlerde ise çarpıcı bir cümleyle karşılaştım: "Meşgul kalmak, acımızdan uzak kalmanın toplum tarafından kabul edilen bir yöntemi." (Tara Brach) Uzak ya da yakın, sevdiklerim ya da tanış olduklarım, çoğunlukla, ilk taziye konuşmalarında "Şimdi ne yapacaksın?" diye sordu.  Devcileyin bir boşluk hissi uyandıran bir soru oldu bu. "Şimdi" ne "yap"acaksın? Hiçbir şey, demek istedim. Ne önemi var?  Bunun yerine "biraz duracağım" demeyi seçtim. Bu kez de, "boş kalma, kendini çok dinleme, kendini meşgul et, hayat devam ediyor" tavsiyeleri aktı. Size bir sır vereyim mi? Yaşayan organizmalar için yaşam hep devam eder. Hücreler belirli bir yaştan sonra sürekli yı