Merhaba


Meşguliyet, kölecilik sonrası dönemin ışıltılı sözcüklerinden biri. Öyle de bir tınısı var ki insana kendini böbürlenecek denli önemli hissettiriyor.

- Yürüyüşe çıkalım mı?

- Meşgulüm canım.

Çalışmanın erdem oluşu modern toplumun normu.

Başka bir pencereden bakmaya çalıştığım şu günlerde ise çarpıcı bir cümleyle karşılaştım:

"Meşgul kalmak, acımızdan uzak kalmanın toplum tarafından kabul edilen bir yöntemi." (Tara Brach)

Uzak ya da yakın, sevdiklerim ya da tanış olduklarım, çoğunlukla, ilk taziye konuşmalarında "Şimdi ne yapacaksın?" diye sordu. 

Devcileyin bir boşluk hissi uyandıran bir soru oldu bu.

"Şimdi" ne "yap"acaksın?

Hiçbir şey, demek istedim. Ne önemi var? 

Bunun yerine "biraz duracağım" demeyi seçtim.

Bu kez de, "boş kalma, kendini çok dinleme, kendini meşgul et, hayat devam ediyor" tavsiyeleri aktı.

Size bir sır vereyim mi?

Yaşayan organizmalar için yaşam hep devam eder. Hücreler belirli bir yaştan sonra sürekli yıkımda. Zamanda ileri akarken, cisimde ise yenilenme hızımız yıkım hızımıza yetişemez. Zaten bu sayede de ölürüz. Yani nefes alıyorken ne yaparsak yapalım yaşam devam ediyor. Bunu büyük bir durum gibi birbirimize salık vermenin anlamı yok...

Acıdan kaçınmanın da anlamı yok. Aksine zararı olduğunu deneyimledim. Kısa süreli de olsa...

Yılmaz Amcam, "içiniz kan ağlasa da yüzünüz hep gülsün çocuklar" derdi en çok. Ben onun içinin kan ağladığı günleri deneyimledim yakından. Yüzü hepimize gülüyordu yine. Ancak yarasının ilk açıldığı gün de oradaydım. 

Acıyı meşguliyetle maskelemek, onun ruhunuzda açtığı delikten usulca akıp gitmesine engel oluyor.

"Boş kalma, kendini dinleme, kendini çok da dinleme..."

Ben kırk yıldır hiç boş ya da yalnız kalmadım. Belki tam da şimdi, evet tam şu an, kırk yıl sonra ilk kez şu an kendimi dinlemeye, boş kalmaya, sadece yaşamın ritmini takip etmeye ihtiyacım vardır.

Belki bana ait olmayan düşlerin peşini bırakıp, kendi düş gücümün nabzını bulmaya ihtiyacım vardır.

Belki sıkılmaya, sessizliği duyumsamaya, o sessizliğin içinde kendi sesimi yeniden hatırlamaya ihtiyacım vardır.

Bir Yaslılar Okulu açacak olsam, ilk diyeceğim "dış önerilere biraz kulaklarınızı kapatın" demek olurdu. Şüphesiz ki hepsi iyi dileklerle çınlayan cümleler. Ancak kendi sesinizi yeniden duymaya hepsinden çok ihtiyacınız olabilir.

Acı, normal. Varlığı ve yok oluşu kabul etmek gerekiyor. Bunun için de yarattığı acıyı ve boşluğu deneyimleyip, akmasına, sizi terk edecek zamanı ona tanımanıza ihtiyacı var.

Ben, şimdi, bugün, bir yolculuğun başındayım. Taşlarını Ege'nin ve benim ayaklarımızın dibinde örerek ilerleyeceğim bir yolun yolculuğu. Bir yerden sonra Ege de kendi yoluna patika seçecek şüphesiz.

Bu süreçte, kimin beni ne hislerle yargılayacağını artık önemsemeyeceğim bir dönem olmasını umuyorum kendimden.

İçimdeki sesi duyabilmeyi, söylediği şeyler beni sarssa da şaşırtsa da kabullenmeyi, kendimle kucaklaşmayı umuyorum.

Bir karar değil de bir his buldum kalbimde. Ona sarılıyorum şimdi. Neler olacak, ben de bilmiyorum. Evrenin %95'i bilinmeyen maddeyken, çok fazla bilmeyi beklememek gerek her şeye dair.

Kalbimde bulduğum bu hissi besleyen, ona yön veren işaretleri de deneyimlemeye başladım. Yazmak için erken ya da geç diye bir olgu yok. Sizin için varsa bile benim için yok. O yüzden hindibanın uçuşan zerreleri üstünde yeni bir alan açıyorum.

Dilediğim gibi...

Kusuruyla, acısıyla, ölçüsüz neşesiyle.

Benim. Ve "ben"im.

Bugün iki kişiye teşekkür edeceğim. Biri işaretlerime ışık tutan @feelclouds ...

Diğeri de bana yıllar önce bu fotoğrafı armağan eden @beste_bonnard ... 

Bu adımı onunla atmak doğdu içime...

Hayatımda yeri olan canım kadınlar... Sizi seviyorum...

Bugün de böyle...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Eli Penseli Kız Kardeşlerim

Yara ve Işık