Kırk Gün Uçtu Gitti Ardından


Yaşayan görüyor ya...

Kırk gün uçtu gitti senin ardından Feriduncuğum. Hiç anlayamadık, nasıl geçti? Demek böyle masal oluyor insan ömrü. 

İnanılmaz bir hal. İdraki güç bir olgu. İçinde yaşarken bile kavraması kolay iş değil "yok" oluşu. İnsan zihni hep "var" olan ve "var olması beklenen" şeyler üstüne meşgul. Yok, ancak "yakında yeniden stoklarda" ibaresiyle anlam verebildiğimiz bir durum. 

Oysa bazı yokluklar geri dönüşsüz.

Gerçi, biraz şüphem var!

Kırkın tam da Epifani'ye ve Surp Dzınunt'a denk geldi. Hani niyetin varsa kırkında bir "yeniden diriliş"e, sana yetecek kadar elbisen var hala evde. Akşam yemeğine köfte var. Bir de mis gibi helva yaptım. Bak onu senin için yaptım üstelik. Fıstığımız yok, ama fındıklı yaptım. Süt şerbetine az kabuk tarçın, bir tutam da portakal kabuğu rendesi. Şimdi yesen, tam da yine "çok şanslı adamım!" diyeceğin cinsten de bir helva oldu! 

Yahu... Biz başka biri için helva yapacaktık hep beraber. Bol fıstık vadetmiştin. Bak sattın bizi, bıraktın onunla başbaşa. Neyse... Biz birkaç dostunla yazdık bunu kenara. Bilesin.

Yaniyakim, bu akşam gün batımına kadar vaktin var. Dönmek niyetindeysen, bekleriz. 

Ya da tüm dertlerden azade olmuşken, belki hiç de cazip gelmez iki kaşık helva, üç tek köfte yemek için yeniden aramıza dönmek, bu hengameye dalmak.

Onu da anlarım.

Anlarım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Merhaba

Eli Penseli Kız Kardeşlerim

Yara ve Işık